Düz Mahalle, Belediye Tiyatro Karşısı
+90 (535) 607 41 99

Koburg’ta

Martin Luther
Luther ve yandaşlarının durumu 1530 yılında birden çok tehlikeli oldu. Kayser, Fransa ile anlaşma yapmış Viyana yakınlarına dek ilerleyen Türkleri geri püskürtmüş, Papa ile barışmıştı. Papa’nın elinden Bologna’da kayser tacını aldı, Millet Meclisini Augsburg’a çağırarak kalabalık bir kurulla Almanya’ya geldi. Papa’ya olan bağlılığını, Almanya’daki Protestan hareketini ne pahasına olursa olsun bastırmakla gösterecekti. Protestan soylular ve elektor Johan, tanrıbilimcilerle birlikte güneye, Meclis toplantısına gidiyorlardı. Kuşkusuz, aforoz edilen baş sapkın Luther’in Augsburg’a girmesine izin verilmeyecekti. Bu yüzden Luther, Koburg şatosunda beş aydan çok kaldı. Dokuz yıl önce Wartburg’ta olduğu gibi, Luther şimdi de ormanda, güzel hava ve sessizlik içinde dinlendi. Koburg’a gelir gelmez Melanchton’a bu Sina’yı Sion’a çevireceğini, oraya biri Mezmurlara, biri peygamberlere, biri de Aisopos’a olmak üzere üç çadır kuracağını yazıyordu! Ama Luther’in yaşamı burada da kolay değildi. Hastalık onun yakasını bırakmıyordu. Kimi zamanlar çalışacak durumda değildi: baş dönmesi, kulaklarındaki uğultu, baş ağrısı ve uykusuzluk çekiyordu. Ama en zoru, içindeki kaygı ve huzursuzluklarıydı. Yanında bulunan iki genç arkadaşa karşın, yalnızlıktan kaçmak için daha kalabalık bir topluluk aradı. İki çocuğunu küçük Hans’ı ve hemen hemen bir yaşındaki tatlı Margareta’yı çok özlüyordu. Akrabaları için de üzülüyordu, çünkü babası ağır hastaydı. Şubat ayının ortalarında, Luther anasına ve babasına uzun bir mektup yazarak onlara olan sevgisini, gönül borçluluğunu belirtti. Babasının sağlık durumu izin verirse, kendi yanına gelmesini istiyordu. Babası kendisinin yüzünden hor görü, alay, kin ve tiksinme gördüğü için acı duyuyordu. Ama bu acılar, Mesih’in onu kendi yüceliğine doğru götürdüğünün kanıtıydı. Babasını avutarak bu güçsüz halinde yaşamını, bizim için ölen güvenilir yardımcımız İsa Mesih’in ellerine bırakmasını öğütledi. “Sözünü ettiğim sevgili Rabbimiz ve Kurtarıcımız, sevinçle karşılaşacağımız güne dek (ya bu ya da gelecek yaşamda) sizinle birlikte olsun. Çünkü hiç kuşkusuz, çok kısa bir süre sonra, Mesih’in yanında karşılaşacağımıza inanıyoruz.” Annesine de buna benzer sevgi dolu sözler yazıyordu. Koburg’tayken babasının ölüm haberi Luther’e ulaştı. Eşi bu habere dayanamayacağından korkuyordu. Yaşlı Hans Luther sarsılmaz imanla bu dünyadan ayrıldı. Ona, oğlunun son mektubunda sözünü ettiği Müjdeye inanıp inanmadığı sorulunca, yaşlı adam: “Ona inanmayan biri alçaktır” diyerek yatağında duvara doğru döndü ve canını verdi. Babasının ölüm haberi oğlunu çok sarstı. “Benim babam şimdi ölmüştür” dedi ve Kutsal Kitabı alarak bir odaya kapandı, dua etti, ağladı. Mektuplarında da babasını yitirmesinin acısını anlatırdı. Öte yandan da babasının Tanrıya iman ederek ölmesi onu avuttu.  Ama Luther’in en çak üzüldüğü konu Müjde davasıydı. Sadık arkadaşı Melanchton güçlüklerle karşılaştığı an kararsızlığa düştü. Bir kardinalle görüşerek büyük ödün vermeyi kabul etti bile. Ama Luther yine, sanki daha arındırılmış olarak, acıların altından kalktı. Doğanın yakınlığı, kuşların ötüşü onu çok dinlendirdi. Bülbülün ötüşünü, horozun yeni günün başladığını haber vermesine değin dinlemek ne hoştu! “Sofra arkadaşlarına”, yani kendi evinde birlikte yemek yediği gençlere, ortaklaşa göndermiş oldukları mektuba karşılık uzun, sevinç dolu, doğa tazeliği içeren yanıt gönderdi: “Sevgili Baylar ve Arkadaşlar. Mesih’in lütfü ve esenliğiyle sizi selamlıyorum. Ortaklaşa gönderdiğiniz mektubu almış bulunuyorum, durumlarınızı da öğrendim. Siz de bizim durumumuzu öğrenesiniz diye şunu bildirmek istiyorum: kendimiz, üstat Velt ve Cyriacus (Luther’in genç arkadaşları, sonuncusu onun yeğeni) Augsburg meclisine gitmedik, ama başka bir meclise katıldık. “Penceremin önünde küçük ormana benzeyen bir çalılık var. Orada kargaların meclisi toplanıyor. Atlılar gelip gidiyorlar, gece gündüz öyle bir gürültü geliyor ki, sanki hepsi zil zurna sarhoş. Gençlerle yaşlılar öyle bağırıyorlar ki, soluklarının kesilmeyişine şaşıyorum. Kayserlerini daha görmedim, ama soylular önümde kuyruk sallayarak durmadan uçuşuyorlar. Çeşit çeşit süslü giysilere bürünmüyorlar, hepsinin sade siyah giysisi, gri gözleri var. Herkesin sesi de aynıdır, ama yine genç ve yaşlının, ufak ve büyüğün arasında hoş bir ayrım vardır. Büyük saraylara ve salonlara önem vermezler, çünkü toplantı yerinin tavanını gök, döşemesini yeşil dallar o1uşturuyor. Duvarları ise dünya denli geniştir. Atlara ve zırhlara gereksinmeleri yoktur, çünkü çalılıkları aşabilen kanatlı tekerleklere sahiptirler… Büyük ve güçlü efendilerdir, ama nasıl karar vereceklerini daha bilmiyorum. Ne ise, şövalyeler gibi kuyruk sallamaları, gagalarını temizlemeleri hoşuma gidiyor…” Koburg’ta, kuşların arasındaydı ki, Luther avutucu oldu. Güç bir anda odasının duvarına şu sözleri yazıyor du: “Ölmeyeceğim, ama yaşayacağım ve Rabbimin işlerini duyuracağım”. Burada Luther 117; ve 118. Mezmurların yorumlarındaki tatlı, iman dolu sözleri yazdı. Onu ruhu İsrail peygamberleriyle arkadaşlık etti. Peygamberlerin kitaplarını Almanca’ya çeviriyordu. Dua yaşamı daha derin ve güçlü oldu. Mektuplarıyla Augsburg’ta savaşan arkadaşlarına güç ve destek veriyordu, Her gece şatonun, sessiz ormanın üstünde yıldızlarla dolu duru gök kubbesini seyrediyordu. Bir zamanlar İbrahim’in gördüğü gibi, o da orada Tanrının değişmeyen sevgi ve iyiliğini simgesini görüyordu. Bazen de kara yağmur bulutlarını üstünü kapladığı zaman, hiçbir desteği olmayan gökkuşağını görerek şaşkın kaldı. Elektor’un danışmanına gönderdiği mektubunda Luther şöyle yazıyordu: “Geçenlerde iki harika şey gördüm. Biri şuydu: penceremden dışarı baktığımda, gök kubbesiyle yıldızları görüyordum, ama tek bir direği bulunmayan bu harika yapı çökmeden yerinde duruyor. Şimdi kimileri var ki, böyle direkleri arıyorlar, onlara dokunmak istiyorlar. Onları bulamayınca da korkup titriyorlar, sanki direkleri göremedikleri iç, gök kubbesi yıkılmak üzereymiş. Direkleri görüp dokun bilseler, o zaman gök üzerlerine düşmeyecekmiş.” Luther’in oğlu Hans’a yazdığı mektup, bazılarınca baban oğluna yazdığı en güzel mektuptur. Mektubu daha sonra göreceğiz. Luther’in düşüncelerinde durmadan Melonchton –bu a1çakgönüllü, doğru, ama sarsılan adam– vardı. Onu süreklice yüreklendirip avutuyordu. 1530 yılının 25 Haziranında Protestanların yaptığı iman açıklaması kaysere okundu. Melanchton’un son biçimini verdiği bu açıklama, ayrıntılarıyla düşünülmüş, açık ve barışçıydı. Ana düşüncesi, Protestanlığın ayrılıkçı bir hareket olmayıp, Kutsal Kitabın ve ilk Kilisenin öğretişi olduğunu göstermekti. Luther de, açıklamasını gereğinden biraz ılımlı bulduğu halde beğeniyordu. Yıllarca süren, tanrıbilim çalışmaları ve kişisel deneyimleri, bütün Protestanların kabul edebileceği ve Lüteryen kiliselerin temel öğretişini oluşturan iman açıklamasını meydana getiriyordu.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir