Düz Mahalle, Belediye Tiyatro Karşısı
+90 (535) 607 41 99

Kurban’ın Önemi

Kurban’ın Önemi


Mesih’in öğretişleri bir iç mana gurubu olan yani kendi talebelerinden oluşan gruba ve bir de genele olmak üzere hep iki alanda devam etmiş durmuştur. Bazen de öğretişlerinde çevreden gelen ve manayı algılama zorluğundan kaynaklı olan bir takım tepkilere verilen cevaplarıyla da bu etkin öğretiş devam etmiş durmuştur. Çünkü esas olan Mesih’i düzeye doğru dönüşüm ve değişim içindeki kişinin kendisini Yaratan’ın ışığında ve dolayısı üst akıl olan Efendisinin her koşuldaki söylemlerine göre analiz edebilmesidir. Bu analiz esasında talebelerin ışığı ne denli sindirip sindirmediklerini algılamalarında önemli bir rol oynamaktadır. 

Özellikle talebelerin dağıtıma çıktıkları andan itibaren ait oldukları Efendiyi yansıtmaları dolayısı ile her algı eksikliğinde bu talebeler aracılığı ile talebelerin kaynağına etki ve tepki oluşturmaktadır. Yani Mesih’i bir üstat, Mesih’ten aldığı ve Efendisi düzeyine kendisini transform ettiği bir durumda elbette ışığı geçirdiği her bir fertten verdiği ışık oranında sorumlu da olmaktadır. Yani eğer talebe yeterince bir dönüşüm ve değişim algısı içinde Ruh’un kalp noktasındaki işinin üzerine Mesih’i indirgeyememişse bu durumda Mesihin ışığını yansıttığını söyleyen “üstadın, mürşidin” bir mana da yetersizliği ya da etkin olamadığı gibi bir sonuç ortaya çıkar. Bununla da “üstat, mürşit, hoca” her ne önderlik ifadesi kullanıyorsa esasında bu durumla kendisini bir analize tabi tutması gerekir. Demek ki, Ruh’un açtığı kalp noktasına Mesih’in kurtarıcı ve efendiliğinin yerleşmesi kişiyi Mesih düzeyine çekerken aynı zamanda “hamlıktan, pişerek yanma noktasına” hareket eden üstadın öğrenci ya da talebelerine sunduğu ışığın parlaklığını ölçmesi öğrenci ya da talebelerinin ne aldıklarıyla alakalıdır. 

İşte bu noktada Mesih’in ışığının etkisinde ve günümüze gelecek olursak da bugünün Mesih ışığını edinen ve yansıtan üstatlarının eşliğinde yetişen talebelerde aslında ortaya çıkan “yüreğin edindiğinden” başka bir şey değildir. Yani eğer “yürekte Ruh’un işi ve Mesih’in varlığı” hakikaten mevcutsa dışarıya yansıyacak olan da elbette bundan başkası olacak değildir. Ama eğer hakiki Yaratan sevgisinden uzaklık ve insan sevgisinden nasipsizlik söz konusu ise ve gönül muhabbeti ve coşkunluğu yoksa, insan-ı kamil düzeyinin kokusu yoksa ve bir kaos ve düzensizlik ve bir sevgisizlik ve saygısızlık söz konusu ise ve hayatın hiçbir noktasında kaosun hakiki bir ıslaha erişmesi söz konusu değilse o zaman durum açık ve net olarak “yürekte taşacak herhangi bir şeyin olmamasıdır”. 

DIŞTAN BAKIŞ İÇİN CEVABI

Dönemin bazı radikal inanç ehli ya da ulemasından bazıları hiç kuşkusuz kendileri gibi algılamayan, kendileri gibi yaşamayan ve kendileri gibi öğretmeyen Efendimiz Mesih İsa hakkında konuşmaya başlamışlardır. Burada dahi görülmesi gereken önemli bir nokta vardır. Bu nokta “kendisini özellikle manevi konularda” yetkin zanneden ya da belli bir inancın “üstadı” ya da “samimi izleyicisi” addeden bir çok kişiler her zaman insan kardeşlerini kendisi ile aynı düşünceye çekme, hatta aynı görünüşe getirme derdi içindedir. Bu insanın manevi manada ve ruhi anlamda genelde ne denli bir bütünün parçası olduğunun da güzel bir görüntüsüdür. Çünkü o birlik olma hissi daima oradadır. Ama bu “benin” yani “kendi çıkarı için alma arzusunun” o baskın etkinliğinde hep başkalarının kendisi ile “birlik” oluşturma derdindedir. Bu “birlik” oluşturma derdinde “benim tarafımda” birleşme hep esas telkin edilendir. Ferisiler içindeki bazı radikallerinde bakış açısında Mesih İsa’nın o günün dini algıları üzerindeki bütün tavırlarına verdikleri suçlama hemen “şeytani” olması şeklinde bir içlerinin dışa yansıtılmasıdır. Yani Mesih İsa’nın bütün bu yaptıklarını yani öğretiş, müjde ve iyileştirmelerini “şeytan” aracılığı ile yapmış olmasını nereden düşünmüşlerdir. Esasında şeytani düşünce “benliğin kendisidir”. O zaman demek ki, “ben tarafından sürekli yönetilenlerin” karşı tarafı suçladıkları noktalar muhakkak büyük bir ölçüde kendi içsel deneyimlerin yansıtılmasıdır. Bu nedenle iyileştirmede özellikle “benliğin iptali” gibi hadiselerde “benliği benlikle iptale” varan bir düşünce de esasında kötü eğilimin kötü eğilimle iptali gibi mana vardır. Ki bu mana olsa olsa sadece kendileri bu tarzda olan kişilerin dışa vurumlarıdır. Ve bu noktada böyle bir tepkiye cevaben Mesih İsa üzerinde durduğumuz öğretişleri vermektedir. 

YA AĞACI İYİ SAYIN YA DA KÖTÜ 

Ya ağacı iyi, meyvesini de iyi sayın, ya da ağacı kötü, meyvesini de kötü sayın-Mt.12:33

Bir yargı noktasına gelmeden önce yapılması gereken en önemli nokta iyi bir analizci olabilmektir. Bu her şeyi kılı kırk yarar şekilde etüt etmek gibi hastalıklı bir ruh haleti değildir. Efendimizin buyurduğu “evetiniz evet, hayırınız hayır” netliğini edinen ve pratik ederek bunu kendisinin ikinci doğası edinen bir kişi için aslında “ya ağacı iyi saymak ya da kötü” saymak da esasında zamanla edinilecek bir “mantık üstü inanç” gerçeğidir. Yani “ak için ak, kara için kara” diyebilme yürek yeteneğidir. Efendimiz olması gerekenin bu olduğundan bahsetmektedir. Dikkat edilirse buradaki kişiler için, bu radikal yaklaşımcılar için esasında Yaratan’dan kaynaklanan öğretiş, müjde ve ıslah yani iyileştirme, kaostan ıslaha getirme iyi olandır. Yaratan kaostan ıslaha her şeyi “iyi” olarak değerlendirmektedir. O zaman Mesih’i düzeyde Efendimiz İsa’nın yaptıkları iyi iken “iyi” olanı bir yol bulup kötü olarak addetmek büyük bir analiz hatasıdır. Görüş kaymasıdır. İnsanlar yaşamları için araba sürerlerken dikkatli olmak zorundadırlar. Çünkü kâinatta bazı hatalar ölümcüldür. Hassasiyet şarttır. O zaman maneviyatta da hassasiyet önemlidir. Çok hassas olmak, az hassas olmak meselesinden ziyade normal bir biçimde ikinci doğa düzeyinde “olması gerektiği yerde ve doğal bir biçimde ama sürekli hassasiyet önemlidir”. 

Bir şey “ya iyi, ya kötüdür”. Her ikisinin oluşturduğu zaten “iyi’dir”. Ama iyiye kötü kötüye iyi ya da iki arada hareket eden bir iyilik kavramı yoktur. O zaman Mesih İsa’nın yaptığı bütün kurtarış yaşamında “iyi” esas olandır. Ve bizim içinde kendi hayatımızda o bazı radikal ferisilerin yaklaşımı gibi bir yaklaşımda bulunmamız esasında doğruyu eğriltmemizdir. 

MEYVENİN ÖNEMİ 

Her ağaç meyvesinden tanınır-Mt.12:33

Önemli olan sonuçtur. Ne kadar öğretirsek öğretelim, ne kadar bir takım işler yaparsak yapalım sonuçta ıslahın gelip gelmemesi önemlidir. Islah varsa sulh ve salah vardır. Islah yoksa aslında yerinde sayma vardır. Kocaman bir ağaçtan ve meyvelerinden saatlerce bahsetmek mümkündür ama o ağacın tohumunu dahi etmemiş olmanız kişileri hayal kırıklığına uğratacaktır. Talebelerinde kurtarıcımız, efendimizden aldıkları Işığı sindirmeleri, yansıtmaları ve yansıtma prensiplerinde devamlılıkları yine burada esasında Ferisilere tepki olarak verilen cevapların içindeki o çok değerli öğretiş ve buyruklarla bağlantılıdır. 

“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz”. “Ey her tür bağnaz, yoz düşünce sahipleri laf üretmeyiniz. Kendi ürünlerinizi ortaya dökünüz. Ortada karanlık var, geliniz ve siz de eğer sizde bir şey varsa karanlığa bir ışık yakınız” şeklinde bir öğreti, burada esas söylenilmek istenilendir. Meyve yoksa inancın önemi nedir? Meyve yoksa maneviyatın önemi nedir? İnsanlar bilgi edinmekten hoşnutturlar ve bilgilerini paylaşmaktan da çünkü çoğu zaman bilgi gururla birliktedir. Ve “ben okşandığı için” bilgi yüreğe indirgenmedikçe manevi ölümcül sonuca götürür. 

ENGEREKLER SOYU

Engerekler soyu! Kötü olan sizler nasıl iyi sözler söyleyebilirsiniz?-Mt.12:34

Hiç kuşkusuz ayırt etmeksizin konuşabilmek, farkında olmaksızın karşıyı içten dışa bakışla yargılamak yukarda da dediğimiz gibi bir anlamda içimdekinin karşıya yansımasıdır. İçimdeki benim kendi eksikliklerini karşıda görme huyunun getirdiği o büyük kayma sonucunda konuşan, hakaret eden yargılayan “bendir”. Ben kutsal yazılar anlatımında Adem ve Havva öyküsünün baş aktörü Yaratan sistemin karşısında dişliye yani sistemin çalışmasına çomak sokan “kötü” olandır. Yani “kişinin kendi çıkarı için almasının hortlamış hali”. Bu yaklaşımla bakıldığında “engerekler soyu” “kendi çıkarı için alanların soyudur”. Açık ve seçik net bir “acılar yolunda” sıkışıp kalmanın sonucu olmanın tarifidir. İnsan üretimi “din kalıpları” daha doğrusu “kabukları arasında” sadece “kendi çıkarında alma hazzını” yaşamanın doruklarını hissetme durumudur. 

Böyle bir arka plan varken “iyi” niyetle söylenilen bile artık “iyi” değildir. Çünkü “benin” hükmü altında olmak karanlığı tercihtir. Karanlık ise kaostur. Karanlık görememek demektir. Görememek “iyiyi kötüyü ayırt edememek” demektir. Görememek demek esasında “ilerleyememek” demektir. İlerleyememek demekse “kısır döngü” içinde debelenip durmak, “acılar yolunda ağlayış ve diş gıcırtısı” sonucuna erip durmak demektir. 

AĞIZ YÜREKTEN TAŞANI SÖYLER 

Çünkü ağız yürekten taşanı söyler-Mt.12:33

Atasözlerinin ifade ettikleri çok ana fikirler vardır. Mesela “üzüm üzüme baka baka kararır” ifadesinde “bana dostunu göster sana kim olduğunu söyleyeyim” gibi ifadelerde hep kişinin ne türlü bir etkileşim altında ise o etkileşimi yansıttığı gerçeği vardır. O zaman bu etkileşim aynı şekilde “yüreğin doluluğu ve boşluğu ile de alakalıdır”. İsa Mesih neden kalbimizin kapısında durmaktadır? Çünkü kaynak orasıdır. İnsan neden yüze Yaratan’sa yüreğe bakar? Çünkü insanın özü dediğimiz o şimdilik elle tutamadığımız ruhsal varlığının temeli kalbidir de ondan. Bu kalp kalbimiz değil esasında “gönül” kelimesi ile ifade edilendir. O zaman yüreğin işleyişinde “yürekten taşanın” Yaratan’la eşit formda olmak ya da Yaratan’ı edinmekle büyük alakası vardır. Çünkü kâinatın o muhteşem ışığı “hiç-varlıktan” fışkırırken dikkat edilirse bir “hiç” ve bir “var” kavramında her şey meydana gelmiştir. O zaman “benim varlığımda” yüreğin önce boşaltılması ve sonra doldurulması gibi iki hareketle aslı yansıtabilir bir hale gelecektir. 

O zaman bu asıl için Mesih İsa Filipililerdeki ifade ile kendisini boşaltmanın bir sonucudur. O zaman boşaltma yani şu ana kadar edindiğimiz doğayı terk esas olması gerekendir. Boşaltmanın ardından da boş yüreğin Mesih’le doldurulması gerekmektedir. Bu ancak “mantık üstü bir iman” dediğimiz hakikaten Mesih’i düşünce, duygu, kurtarış, ölüş ve diriliş olarak varlığımıza almamız ve hissetmemiz ve yaşamamızla bağlantılıdır. 

Kanında aklanma dediğimiz “yeni doğuşla edinilen yeni doğa” yine yukarıdaki ifadelerle anlam kazanmaktadır. Ancak bu boşaltım ve hak olanla doldurma bizi “haktan yana” yapmış olacaktır. Bu “haktan yana” denen durum ise bizi “yaratılmışlık piramidinde” üste çekecek durumdur. Yani “ben düzeyinde” Adem seviyesinden cansız, bitkisel, hayvansal yükselişiyle bizi insan- Yaratan sureti insan düzeyine getirecek olandır ki, bu durum Mesih’le kurtulma, sonsuzluğu edinme, kanında aklanma, bağışlanma, ölümünde hayat bulma seviyesidir. Mesih düzeyidir. O zaman yürekten taşan “ağızdan dökülen” sözler Mesihi Işıma olacaktır. “Ne mutlu barışçı olanlara onlara Yaratan’ın oğulları denecek” kavramı bu noktada oluşacaktır. Bu hareket “ne mutlu ruhta fakir olanlara” kavramıyla başlamış durumdur. Yani bu durumda “göklerin hükümranlığı” bu kişilerindir. 

İÇİNDEKİ İYİLİK HAZİNESİ

Suyu kendi sarnıcından, kendi kuyunun kaynağından iç-Sül.Özd.5:15

Kendi sarnıcım içimdeki Mesih’in kurtarışında bana sağlanan inanılmaz dönüştürme gücüdür. Bu bir edinimdir. Yani ışık “yukarıyı aşağıya çekmektir”. Eğer yukarıyı aşağıya çekiyorsak şayet. Bu çekiş ancak Ruh’un hazırladığı yürekte mevcut olan bir çekiştir. Bu çekişe “çalınan yürek kapısını” açma eşlik etmektedir. Ve Mesih’in yüreğe girmesi form eşitliğini getireceğine göre “doğruluk” yüreği dengelemiş olacaktır. O zaman bu dengede bütün olumlu davranışların, inanış ve edinimlerin temeli oluşmuş olacaktır. Bu edinimde bizde oluşan “üst dünyaların ışıklarının” yüreğimizdeki hazinesidir. Dolayısı ile bu hazineden yansıyacak olan –ıslah, sulh ve selamettir. Efendimizin dağdaki vaazdaki öğretişlerinin bir sonucudur; yani –ruhta fakir olmanın farkındalığı ve bunun getirdiği yas ve yumuşak huylulukla bu eksikliğin kabulü ve eksikliği tamamlamaya susama ve merhametle bu tamlığın gelişi ve sonuç yüreğin temizliği yani Yaratan’ı edinmesi, çünkü o noktada artık o kişiler Yaratan’ı görmektedirler. Ve dolayısı ile o kişiler artık Yaratan oğullarıdırlar. Şimdi bütün bunlara baktığımızda bütün bu aşamalar hep suyu kendi sarnıcında biriktirme ile alakalı olduğunu görebiliriz. Böyle birikim olup bu birikime uzanan kuyudan su içmek ve bu suyu başkalarıyla paylaşarak darmadağın etmeden öncelikle kendini inşa etmiş olarak tutmak ve kullanmak kişinin kendi içinden fışkıran bir iyilik suyuna sahip olması anlamına gelecektir. 

BOŞ SÖZLERİN BEDELİ

Kendi sözlerinizle aklanacak, yine kendi sözlerinizle suçlu çıkarılacaksınız-Mt.12:37

Kişi tamamen söyledikleriyle kendi iç benliğini ele vermektedir. O zaman içte var olan kelimeler ve elbette davranışlarla açıktadır. O zaman bir insan elbette kendini gizleyebilir. Ama bu belli bir süre içindir. Zaman içinde kişiyi analiz edebilmek mümkündür. Hele hele iyi ya da kötüyü ayırt edebilme edinimine sahip bir samimi inanç sahibi için bu mümkündür. Çünkü kendisi dahil her kişinin kelimelerinin arka planı vardır. O zaman için ıslahı Mesih’in içte hakikaten yönetimi Ruh’un aydınlığında almasıyla alakalıdır. Yani düzey Adem ya da Nuh ya da İbrahim gibi düzeylerde bir iç yapısında olmuş olabilir. Ama Mesih’i düzey büyük bir iddiadır. Dövene elsizlik, sövene dilsizlik seviyesidir ki, bu oldukça alttan çalışma ile yukardan verilmiş lütfu ikinci doğa olsun diye toprağa yani “arzularıma” ekmekle alakalıdır. Mahsul Yaratan’ın Ruh’unda Mesih’inin ifşasıdır. 

O zaman içte inşa ettiğim ve hatta dışa yansıttığım her ifade benim geleceğimin inşasıdır. Yani bugün söylediğim söz aslında yargı günü dediğimiz bir sonraki adımda, bir başka deyişle sonsuzlukta bana geri dönecek olandır. Kısacası dünyamı inşa edecek olanda, yıkacak olanda ben olmuş olacağım. Bütün bunların ışığında Ferisiler içindeki yanlış bakış açısı ve yargılar ile ifadeler kullananların içlerindekini yansıttığını ve kendi sözleriyle kendi sonuçlarını hazırladıklarını söyleyen Efendimizin bu sözlerinde bizim kendi iç dünyamızı inşa ve bu inşanın dışa yansıması ve yansımanın getirdiği sonuçlar üzerinde bize çok değerli öğretiş ve buyruklar vermektedir.

Orhan Pıçaklar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir