İnsanoğlu dünya denilen gezegen içinde bir yolcudur.. Dünya ise beşikten mezara dek süren insanlık serüveninin gerçekleştiği yerdir. İnsanoğlu akıl sahibi olarak yaratıldığı için gerçekten bu dünyanın geçici bir süre efendiliğini üstlenmiş ve elinin işleriyle dünyayı ya kalkındırmış ya da tam tersini yapmıştır. Aynı zamanda aklı ile yaratılma amacını da sürekli olarak araştırmaya yönelmiştir.Tanrı evreni bütün görkemiyle bir düzen içinde yarattıktan sonra “Suretimize, benzeyişimize göre insan yapalım, ve denizin balıklarına, ve göklerin kuşlarına, ve sığırlara, ve bütün yeryüzüne, ve yerde sürünen her şeye hakim olsun.” diyerek insanı “…kendi suretinde (benzeyişinde)… (insanı) erkek ve dişi olarak…” (Kitab-ı Mukaddes, Tekvin 2:26-27) yaratmıştır. Bu yaratılış insanın muhteşem başlangıcıdır. Düşünen, araştıran, doğruyu ve yanlışı ayırt edebilen insanın.
İnsan, Tanrı benzeyişinde yaratıldığı için yüreğinde daima bir yaratıcının var olduğu gerçeğini hissetmiş ve bu yaratıcının kimliğini sürekli düşünmüş ve araştırmıştır. En ilkel toplumlarda bile insan bu muhteşem yaratıcının kimliğini kendi bilgi düzeylerine göre öğrenmeye çalışmıştır. İnci1’de “Çünkü Tanrı’ya dair bilinen ne varsa, gözlerinin önündedir. Tanrı hepsini gözlerinin önüne serdi. Dünyanın yaratılışından beri, Tanrı’nın görünmeyen nitelikleri, yani sonsuz gücü ve Tanrılığı, O’nun yaptıklarıyla anlaşılarak açıkça görülüyor. Bu nedenle özürleri yoktur. Tanrı’yı bildikleri halde O’nu Tanrı olarak yüceltmediler, O’na şükretmediler. Ama düşüncelerinde budalalığa düştüler; anlayışsız yüreklerini karanlık bürüdü. Akıllı olduklarını iddia ederken akılsız olup çıktılar. Ölümsüz Tanrı’nın yüceliği yerine ölümlü insana, kuşlara, dört ayaklılara ve sürüngenlere benzeyen putları yeğlediler.” (Rom. 1:19-23) denmektedir. Denilmek istenilen bütün insanların yüreklerinde yaratıcıyı bulmaya yönlendiren Tanrısal bir dürtünün bulunduğu gerçeğidir.
Ayrıca yüce Tanrı başından beri yarattığı insanı başı boş bırakmamış ve sürekli peygamberleri, seçtiği kişiler aracılığı ile yüreğini Yaratıcısına karşı nasırlaştırmamış insanlara seslenmiş durmuş, insanlığın özgür iradesi ile kendi kurtuluş çizgisine gelmelerini istemiştir. Yürekleri hazır olan seçtiklerini yine dünyaya yine insanlığa kurtuluş Müjdesini duyurmaları için yönlendirmiş kısacası yarattığı insanı misafir ettiği dünyayı gerçekten sevmiş ve hiç bir kişinin mahvolmasını istememişti. Ta Tevrat’ın başından beri vaat ettiği gibi Tanrı Mesih’in ikinci gelişine dek insanlığa kurtuluş sunmak için kendi sözünü bir bedende Mesih İsa’da sunmuş ve O’nun haç üzerinde ölümü ile günahlara aflık ve dirilişi ile O’na iman edenlere sonsuz yaşamı bahsetmiştir.
Bize göre Tanrı çizgisi bu hat üzerinde yaratılıştan Mesih’ in haçta ölümü ve dirilişine dek oradan da ikinci gelişine dek süren bir kurtuluş çizgisidir. Tanrı’yı yürekten arayanlar, Tanrı’nın seçtikleri kurtuluş çizgisini şu ya da bu şekilde Tanrı tarafından teşvikle getirileceklerdir.
Mustafa Bey gibi birçokları bir misyonerle bile tanışmadan, zaman zaman basında yanlış değerlendirmelerde belirtildiği gibi beyinleri kimse tarafından yıkanmadan Mesih İsa’ya gelmişler. Tanrı’nın kendi sözü Mesih İsa’dan kurtuluşa ermiş1erdir.
Hep olumsuz yöne alıştırılmış beyinlerimiz illa bir başka inanca geçmeyi hep bir çıkara bağlamaya çalışmaktadırlar.
Cat Stevens’ın Müslüman olması nasıl çıkar için Müslüman olmak olarak değerlendirilemiyorsa, Mesih İsa’ya da samimi bir biçimde iman etmiş kişilerin olabileceği düşünülmelidir.
Bu yaşam öyküsündeki kişi, doğal olarak dünya meşgalesi içinde yaşayan herkes gibi bir insandı. Ama bu meşgale içinde diğer yandan Tanrı’sını yaratıcısını aramayı da sürdürmekteydi. Bir inancı olumsuz olarak ele almak için yola çıkmıştı. Ama doğal olarak Tanrı’yı arayan her kişinin yaptığı gibi sorular sormuş. anasından babasından öğrendiği inancı da değerlendirmeye başlamış, sonuçta İncil inancında söylendiği gibi çağrıldığı yere gelmiş ve yaşam serüveninde gemisinin dümenini Mesih İsa’nın kurtarışına yönelterek, O’ndaki yeni yaşama çevirmişti.
Mustafa Bey adını değiştirmemiştir, O’nu hiçbir şey bağlı bulunduğu milletine sevgi ve saygıdan ayıramayacaktır. Hiç kimse doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı memleketinin bütünlüğüne, birliğine zarar getirecek bir harekete itemeyecekti. Çünkü inandığı İncil her şeyden önce buna mani olacaktır.
Mesih’e İman eden, gerçekten İncil’i yaşayan bir Hıristiyan herkes den daha çok hükümetine bağlı idarecilerine itaatkar ve vatandaşlarına onların inançlarına herkesten daha çok saygılı olmak zorundadır.
Bunları hatırlatmayı her defasında devam edeceğiz İncil’de yazan inancın uygulama yönü budur. Bunun tersini yapan Hıristiyan olduğunu iddia etse bile yalnızca ismen Hıristiyan olmaktan başka bir şey değildir.
Mustafa Bey Mevlana’nın sözünü çok güzel bir biçimde yaşamında uygulamıştır. Birçok gerçek Mesih’e iman eden İncil’i yaşayan Hıristiyan Türklerde bunu yapmaktadır. ”Ya göründüğün gibi ol, Ya da olduğun gibi görün”
Fikri başka, zikri başka milyonlarca insana inandığına bilerek anlayarak inanmak ne inandığını dürüst bir biçimde uygulamak bence çok önemli bir tanıklıktır.
Mesih İsa ‘ya inanan kişi kendine İslamı hedef alan insan demek değildir. İncil’in temelinde bir başka inancı hedef almak gibi bir öğretişi yoktur. Mesih’e inanmak kişiyi ilgilendiren, O’nun ahiret hayatını, yaşamını ilgilendiren bir konudur. Elbette niye inandın, nasıl inandın, inancın nedir sorularına her kişinin cevap hakkı olduğu gibi cevaplar verilecektir. Bu kitap kimseye zorla verilemez, ücret ödeyerek bir başkasının yaşam çizgisini öğrenmek isteyen kendi istemiyle bu kitabı satın alacaktır.
Hz. Ali’nin Sözü önemlidir; “Kişi bilmediğinin düşmanıdır .” Bu nedenle bilmek ve öğrenmek her zaman faydalıdır. Gerçek Mesih’e inananla, din tüccarlığı yapanlar ancak böyle ayrıştırılabilir.
Vatanını, halkını seven, insanlığın barışına duacı, halkının inançlarına örf ve adetine hiç kimsenin hakaretine müsade etmeyen Türk Hıristiyanlarından olan Mustafa Bey’in bu tanıklığını umarım ön yargısız olarak okuyabilir ve yalnız o kişiyi ilgilendiren bu değişimi ucuz bir din değiştirme ve ucuz bir din propagandası olarak değerlendirmezsiniz.
Birçok zaman olduğu gibi sözümüzü Yunus’un şu güzel cümlesiyle bitirelim
“Bizi bilmeyen ne bilsin bilenlere selam olsun”.